Başlamak İçin Kaydır
Denizin yüzeyi ayna kadar pürüzsüz ve karanlıktı. Korsan mehtabı son altı gecedir olduğu gibi ufukta asılı duruyordu. Havada en küçük bir hareket yoktu, sadece nereden geldiği belli olmayan kahrolası bir ağıt vardı. Vionax isimli kadın, denizin bu halinin bela alameti olduğunu bilecek kadar tecrübeli bir denizciydi. Karaniyet’in ön güvertesinde dürbününü uzaklara dikmiş, konumunu belirlemesine yardım edecek bir şey görmeye çalışıyordu.
''Denizden başka bir şey görünmüyor,'' dedi geceye doğru. ''Ne bir kara parçası, ne tanıdık bir yıldız. Yelkenlerimizde rüzgâr yok. Kürekçilerimiz günlerce kürek çekti; ama ne yöne dönersek dönelim kara görünmüyor; ay da ne doğuyor ne batıyor.''
Bir an durup avuçlarıyla yüzünü kapadı. Açlık ve susuzluktan midesi gurulduyordu; bitmek bilmeyen karanlık, geçen zamanı kestirmeyi imkânsız kılıyordu. Karaniyet onun gemisi bile değildi, o ikinci kaptandı. Freljord’lu bir yağmacının baltası Kaptan Mettok’un kafatasını yarınca bir anda terfi etmişti. Kaptan ve on beş Noxus’lu savaşçı ana güvertede, dikilerek kapatılmış hamaklarda yatıyordu. Cesetlerden yükselen ve giderek şiddetlenen koku, geçen zamanı ölçmenin tek yoluydu.
Bakışlarını engin okyanusa dikti. Sudan yükselen yoğun kara sisi gördüğünde gözleri büyüdü. Siste hareket eden siluetler, pençeli kolları ve açık ağızları çağrıştıran belli belirsiz şekiller vardı. O kahrolası ağıt, bu kez daha duyulur şekilde ve bir cenaze çanının efkârlı sesi eşliğinde yeniden işitildi.
''Kara Sis,'' dedi kadın. ''Herkes güverteye!''
Dönüp ana güverteye indi, kıç güvertesine koşup dümenin başına geçti. Gemiyi hareket ettirmek için bir şey yapamazdı; ama başka bir yerde bulunması düşünülemezdi bile. Tayfa alt güvertelerden çıkarken kayıp ruhlara dair, korkutucu bir ağıt gemiyi kapladı; dehşete düşmüş olmasına rağmen, Vionax şarkıdaki şiirselliği inkâr edemiyordu. Gözyaşları yanaklarından süzüldü; korkudan değil, sonsuz bir hüzünden.
''Acına son vereyim.''
Kafasındaki ses soğuk ve cansızdı, bir ölünün sesiydi. Sese eşlik eden görüntüde demir tekerlekli, ceset yüklü araba ile çentikli bir asa vardı. Vionax Kara Sis’le ilgili rivayetlerden haberdardı. Doğuda karanlığın altındaki kasvetli adalardan kaçınmak gerektiğini biliyordu. Geminin Gölge Adalar’dan uzakta olduğunu sanıyordu ama yanılmıştı.
Kara sis küpeşteyi kaplayıp beraberinde ölülerin çığlıklarını getirdiğinde, Vionax durakladı. Yukarıda hortlaklar bir lanetliler korosu halinde dönüp duruyordu; Karaniyet’in mürettebatı manzara karşısında dehşete düşmüştü. Vionax piştovunu çekip sisten çıkan bir siluete doğrulttu; uzun ve geniş omuzlu hortlak, eski mi eski bir papaz elbisesine benzeyen yırtık cübbeler içindeydi ama omuzları ve kemikten kafası bir savaşçı gibi zırhlıydı. Belinde zincirli bir kitap asılıydı; üzerinde sayısız çentik olan uzun bir asa taşıyordu. Tekinsiz bir ışık asanın ucunda parlıyor ve boştaki elinin avucunda kayan bir yıldız gibi yanıyordu.
''Neden ağlıyorsun?'' diye sordu yaratık. ''Adım Karthus, sana harika bir hediyem var.''
''Hediyeni istemiyorum,'' dedi Vionax, tetiği çekerken. Piştov patladı ve namludan ateş saçıldı. Saçma korkunç yaratığa isabet etti ama zarar vermeden içinden geçip gitti.
''Ah siz faniler,'' dedi Karthus, miğferli başını sallayarak. ''Anlamadığınız şeyden korkuyorsunuz ve hediye atın dişine bakıyorsunuz.''
Yaratık süzülerek yaklaştı; asasının yaydığı karanlık enerji gemiyi solgun bir ışıkla kapladı. Vionax hortlağın ürpertici varlığından uzaklaşmak için gerilerken mürettebat ışığın etkisiyle düştü; ruhları, bedenlerinden buhar gibi yükseldi. Kadın gerilerken yerde yatan hamaklardan birine takıldı ve kalçasının üzerine düştü. Arkadaşlarının cesetlerinin üzerinden sürünerek Karthus’tan uzaklaşmaya çalıştı.
Altındaki hamak kımıldadı.
Hepsi teknede can çekişen yeni yakalanmış balıklar gibi çırpınıp kıvranıyordu. Sis, hamak kumaşındaki yırtıklardan ve gemi yelkencisinin attığı kaba dikişlerin arasından şerit şerit yükseldi. Siste hareket eden yüzler vardı; yıllarca birlikte sefere çıktığı, omuz omuza savaştığı adamların ve kadınların yüzleri.
Hortlak tepesinde dikildi. Yanında Karaniyet’in ölü mürettebatı duruyordu; hayaletleri ay ışığında seçilebiliyordu.
''Ölüm korkulacak bir şey değil Vionax Hanım,'' dedi Karthus. ''Seni acılarından tamamen kurtaracak. Gözlerindeki fani dünya perdesini kaldırıp sana ebedi hayatın şanını gösterecek. Ölümün mucizesine ve güzelliğine kucak aç. Fani bedeninden vazgeç. Ona muhtaç değilsin.''
Elini uzattı ve avucundaki ışık büyüyerek Vionax’ı sardı. Kadın, ışığın teninden geçip kaslarına, kemiklerine ve ruhunun derinliklerine işlemesiyle haykırdı. Hortlak yumruğunu kapattığında Vionax tüm varlığının tersyüz edildiği hissiyle çığlık attı.
Karthus sivri tırnağıyla asasına bir çentik daha atarken ''Ruhunu serbest bırak,'' dedi. ''Acı duymayacaksın, korku duymayacaksın, sana göstereceklerimin güzelliğinden başka bir şey hissetmeye yönelik bir arzu duymayacaksın. Mucizeler seni bekliyor, ölümlü. Böylesi bir vecd istenmez mi hiç?''
''Hayır,'' dedi kadın son nefesini verirken. ''İstemiyorum.''
''Artık çok geç,'' dedi Karthus.